Friday 10 July 2015

Çocuk parkı sonrası tedavi şart!!!




Çocuk parkı denilince insanın aklına salıncak, kaydırak, çocuk gülüşleri veya eğlence gelse de benim için tam bir stres, travma ve panik yuvası. Bilenler bilir 3 ay önce Türkiye'ye döndük.  Dilay "Bana Türkçe arkadaş bul" gibi ilginç cümlelerle İngilizce konuşan çocuklarla sıkıntısını kendince ifade ediyordu zaten. 
Dönmemizin ilk haftasında da parkta hayranlıkla diğer çocukların konuşmalarını dinleyip, anlayabildiği için oldukça keyiflendi. Yine de çocuklarla konuşmaya niyetlenmesi üç ay sürdü. Yeni yeni "hadi kızım şunu de, bunu de" demeden tamamen hür iradesiyle cümleler kuruyor :) 

Uzun zamandır parkta beraber oynayan, aynı okula giden, birbirlerine alışmış çocukların arasına girmek, dut yemiş bülbül triplerinde olunca daha da zorlaştı tabi. Ani bir kararla, biraz da hızlı adaptasyon için okulların kapanmasına altı hafta kala okula başlattık. Okulda neler yaşandı bir fikrim yok ama her parka gidiş bende ciddi travmalara sebep oldu. 

Parkların girişlerine yazılmalı: "Çocukların acımasız dünyasına hoşgeldiniz."

Altı haftalık okul hayatı sonucunda az çok bazı yüzlere aşina olmuştu. Parkta "okul arkadaşlarım" diye çocukların peşlerinde deli danalar gibi heyecanla koşmasıyla başladı asıl hikaye.

Genellikle dışarıdan izledim ve beni çağırmadıkça yanlarına gitmedim. Hüngür hüngür ağlamak istediğim uzun dramları izliyor gibiydim.

İlk gün diyaloglarından bir örnek verirsem beni daha iyi anlayacaksınız. Bizimki çocukların konuştuklarını anladığı için mutlu ama konuşursa anlaşılacağının henüz farkında değildi.
Dört yaşlarında üç kız konuşuyordu, Dilay da yanlarında dinliyordu. Grubun lideri pozlarında takılan kız kendini Elsa ilan etti. Diğerine Anna rolünü uygun gördü, üçüncüyü de Sofia yaptı. Son olarak Dilay'a bakıp "sen hiç birşeysin!" deyince hayat okulu ilk dersi başladı. 

Başka bir gün çocuklar oynarken ve bizimki de onlarla oynuyorum diye yine peşlerinde sessizce koşarken, hepsi birden bisikletlerine binmeye ve parkı turlamaya karar verdi, bizimki ortada kaldı. Bisiklete binip sonra yine seninle oynamaya gelecekler lafları kar etmeyince ağlamaya başladı. "Gel beraber oynayalım" dediğimde de avazı çıktığı kadar bağırarak "Ben anne istemiyorum, arkadaş istiyorum" diyerek ağır depresyona sebep olacak bir cümle kurdu :)

Günler geçtikçe böyle sahneler neredeyse hergün yaşandı, hep mi mutsuz son izlemeliyim derken arkadaşları biraz biraz Dilay'ı farketmeye başladı. Oynayacak çocuk sayısı iyice azaldığı için seçenekleri azalmıştı kabul ediyorum ama nedene değil sonuca odaklanmalıydım :)

Dilay biraz daha mutlu hissedip ben de rahatlıyorum diye düşünmeye başlamışken hooooop havalar ısındı, birçok kişi tatile gitti, yine yalnızlık ve arkadaş istiyorum çığlıkları başladı.

Dilay, bu süreçte gördüğü her çocukta şansını denedi aslında, bazılarında durum iyi olsa da berbat sahneler de yaşandı: 

Üç yaş civari iki çocuk oyun oynuyordu, muhtemelen okuldan arkadaşlar. Dilay yanlarına gidince "Offf niye geldin" diyerek kaçtılar. Dilay biraz sonra cesaretini toplayıp, şansını tekrar denedi. Bu sefer gülerek yanlarına gitti, kendince sempatik görünmeye çalışıyordu sanırım ama söyledikleri cümle daha büyük hayal kırıklığı oldu:
"Ne gülüp duruyorsun? Komik bişey mi var?" 
Çocuklar uzaklaştı, Dilay ağlamaklı yanıma döndü. 

Başka bir örnek daha vereyim, işler düzeliyor dediysek bir arpa boyu yol anca gittik. Okul arkadaşını uzun süre sonra ilk defa gören Dilay heyecanla kızın yanına koştu ama daha soluklanmaya fırsat bulamadan arkadaşından duyduğu ilk cümle:
"Git başımızdan, seninle oynamak istemiyorum." oldu.

Dilay umursamasa travma falan olmayacak da ondan da vurucu darbe geldi: "Biz arkadaş değil miyiz, neden beni istemiyor, ben ne yaptım ona?" 

Durduk yere dert sahibi böyle olunuyormuş, bir gün parka gidiyorsun ve çocuklar hayat dersi veriyor. Gaz sancıları veya uyku problemleri bu kadar ömrümü tüketmedi sanırım. Annelere tavsiyemdir, parka giderken mutlaka sevdiğiniz şarkıları dinleyeceğiniz kulaklığınızı yanınıza alın!