Bebeğin doğumuyla birlikte anne beyninde ufacık bir beyaz noktanın oluştuğunu düşünüyorum. Bebek memeyi ilk ağzına aldığında emse de emmese de, doysa da doymasa da bu nokta öyle parlak bir ışık yaymaya başlıyor ki beyin başka şeyleri farketmekte zorlanıyor. Bir tür trans.
Bu beyaz nokta doğrudan çocuğun midesine bağlı görünse de ondan tamamen bağımsız hareket ediyor.
Çocuk emiyorsa "süt yetmiyor, zaten emdiğini de kusuyor", mama veriliyorsa "çok az içiyor, zaten içerken uyuyakalıyor" gibi ifadeler anne ağzından bu noktanın etkisiyle bilinçsizce dökülüyor. Anne sakinleşip kendine gelmeye çalıştıkça, beyaz nokta daha güçlü ışıldıyor ve eş dost, konu komşu akraba da elinden geldiğince bu noktaya arka çıkıyor.
Daha iki dakika önce tesadüfen bir gazete yazısı gördüm. Tamamını okumadım çünkü başlığı okumam yetti: "İlk 1000 gün beslenmesi tüm hayatı etkiliyor"
Bu başlığı okuyan anneler iflah olmaz. Nicelik takıntısına nitelik meselesi de eklenir. Tüm hayatı etkileyen bir mesele ve her şeyin sorumlusu benim(!).
Hele ek gıda ile başlayan dönem travmaya daha açıktır. Saatlerce uğraşılıp hazırlanan yiyecekler çöpe gider, etrafa saçılır ama mideye pek azı ulaşır. Şimdi söyleyin bakalım bu ilk 1000 gün ve hatta daha fazlası çocuğun tüm hayatını mı annenin tüm hayatını mı etkiliyor.
Çocuğa yemek yedirmenin yasal ve yasal olmayan yollarından, meyve sebze seçimi ve sağlıklı menü hazırlamaya, yoğurdu evde yapmayan anneleri cık cıklamaya kadar milyon tane yazılmış yazı var.
Bu yazılarda annelere tavsiyelerin özeti şu:
- Sakin kalın çünkü hemen hissederler (yine çocuk odaklı öneri)
- Protein üç porsiyon, karnonhidrat 2 porsiyon .... günlük menülerinizi bu listelere uygun hazırlayın.
- Mutlaka yumurta yedirin. Anne sütünden sonraki en değerli besindir.
- 3 ana 2 ara öğün verin.
- Yemek istemediği sağlıklı yiyecekleri aralıklarla defalarca sunun.
.....
Şimdi de anneye başka türlü tavsiyelere geçelim:
- Çocuk hayatta kalmaya programlı, aç kalmaz, sakinleşin. Önce kendiniz için sakinleşin.
- Her zaman için en büyük desteğiniz arkadaşlarınızdır. Görüşemeseniz de sık sık telefonda "benim bebek şöyle, seninki böyle" konuşması yapın.
- Çocuğa taze yemek yedirme isteği gerçekten takdire şayan ama bir gün önceki yemeği yese de birşey olmaz, bulabildiğiniz kısıtlı zamanları mutfakta geçirmeyin.
- Kendi kendine yemeye başladığında, kaşığı biraz aşağıdan tut deyip nasıl tutacağını gösterdiğin sendromlu bebenin "hayır, öyle tutmayacağım, böyle tutacağım feryatlarına, "Çocuğuma hiçbir şey öğretemiyorum" feryatlarını karıştırmayın.
- Tabaktaki omlete çatalı batıramayan, batırdığında da ağzına götürene kadar düşürüp çocuğa çatal tabak fırlattıran şanssızlıklara sadece gülün.
- Etraftaki çocukları izleyip, yarı yaşındakiler ne güzel yiyor, bizimki neden yemiyor demeyin.
- Yemek meselesini çok takıntı yaptıysanız, bazı öğünleri babaya devredin.
- Yemezse yemez deyip rahatlayamıyorsanız, çocuğa yemek yedirmek için bulduğunuz yola devam edin, vicdan azabını bir kenara bırakın.
- Rahatsız edici eleştiriler almak istemiyorsanız, yemek konusunu kimseyle konuşmak zorunda değilsiniz. Hatta beyaz yalanlar bile söyleyebilirsiniz (bizimki de pırasayı
çok seviyor gibi :))
....
Liste uzun, belki yorumlar bölümüne ekleme yapanlar olur.
Yemek konusunda söylenecekler asla bitmez, benzerlerini veya aynılarını herkes yaşıyor.
Son olarak her sorunda ve her şartta geçerli iki kritik cümle ile bitirelim:
- Bunu yeryüzünde yaşayan yegane anne sen değilsin.
- Çocuk zamanı gelince yapacaktır.
Bir sonraki yazı "Endişe Halleri 4- Ne bakıyorsunuz? Sendromlu işte!"
:D Sana "çak bi beşlik" yaptım burdan. Aman boşver ya, ne zaman boşverirsen o zaman yiyor işte.. Bir de defalarca denenmiş her koşulda çalışan taktik, iki üç çocuğu (mümkünse diğer ikisi iştahlı da olsun) bir araya getirip koyun önüne yemeği, bak nası yiyo kerata, gel de delirme....
ReplyDeleteDelirme ya sakin kal amaaaaan yemeğini yese başka şeye takılmayacak mısın :P
Valla yemek sanirim en az taktigim konu sanirim :) suanki takintimi sindirince yazabilirim ancak :))
Delete